Stockholm sendromu, adını 1900’lü yılların sonunda İsveç’in Stockholm kentinde gerçekleşen bir banka soygunu sırasında rehinelerin soygunculara karşı geliştirdiği beklenmedik empati ve sempati duygusundan alıyor. Sendromun, psikiyatr Nils Bejerot tarafından tanımlandığı biliniyor.
Stockholm Sendromu Süreci
Stockholm sendromu, iki kişi arasında duygusal bir bağın gelişmesiyle ortaya çıkıyor. İlk etapta korku ve tehdit unsuru bulunsa da, zamanla bireyler arasında bir güven ilişkisi kurulabiliyor. Soyguncunun rehineye zarar vermemesi, rehinenin ise korku duymak yerine soyguncuyu anlamaya çalışması sendromun temel göstergeleri arasında yer alıyor. Uzmanlar, bu süreçte empati ve özdeşleşmenin ön plana çıktığını ifade ediyor.
Empati ve Sempati Ön Planda
Stockholm sendromu, yalnızca rehine ve soyguncu ilişkisiyle sınırlı kalmıyor. Uzmanlar, günlük hayatta da bireylerin karşısındaki kişiyle özdeşleşerek kendisini onun yerine koymasının bu sendromun farklı bir boyutu olduğunu belirtiyor. Örneğin, iki arkadaş arasındaki duygusal bağ ve birbirini anlama çabası da bu sürecin bir parçası olabilir.
Bu sendrom, yalnızca geçmişte yaşanmış olaylarla sınırlı kalmayıp, günümüzde de farklı şekillerde varlığını sürdürüyor. Uzmanlar, Stockholm sendromunun kişinin güven duygusunu ön plana çıkardığını ve empati mekanizmasının aşırı çalışması sonucu geliştiğini vurguluyor.